17 Ekim 2012 Çarşamba

SÖZÜN BİTTİĞİ YER

Şu ana kadar hep Fenerbahçe'nin oynadığı maçları yazıp, yorumlamıştım. Sadece bir tane Beşiktaş maçını yorumu vardı. Milli maç arasına girdiğimiz sırada, milli takımımızın oynayacağı 2 maçı da yorumlama niyetim vardı ama maçları izledikten sonra hevesim bir an da kayboldu. Gönül isterdi ki buraya güzel şeyler yazayım, galibiyetimizden, güzel oyunumuzdan bahsedeyim. Fakat gerçek şu ki bunların hiçbiri gerçekleşemedi.


Bir milli takım düşünün, kadrosunda ülkesinin ileri gelen kulüplerinde oynayan oyunculara sahip olsun. Bu takımlar her sezon şampiyonluğa oynayan, transfere milyon Euro'lar harcayan, kadrosu ligin üstünde olsunlar.

Bir milli takım takım düşünün, kadrosundaki bir çok oyuncu Avrupa'nın hatırı sayılır takımlarında forma giysinler ve kulüplerinin kilit oyuncuları olsunlar. Bazı oyuncular da dünyanın en iyi kulüplerinden biri olarak gösterilen Real Madrid'te bir sezon geçirmiş olsunlar.

Bir ülke düşünün, kendi liginde şampiyonluğa oynayan takımları olsun, ancak Avrupa arenasına çıktıklarında ön elemeyi dahi geçemesinler. 5 takımla Şampiyonlar Ligine ve Avrupa Ligine katılmaya hak kazanmak için mücadele etsinler ancak içlerinde sadece 2 si bunu başarsın ki bu takımların bir Şampiyonlar Ligine direkt olarak katılsın diğeri de Şampiyonlar ligi play-off turundan elenip Avrupa Ligine gitsin.

Bir milli takım düşünün, ilk 11'i hiçbir zaman tahmin edilemez olsun. Her maça farklı bir 11 ile çıksın. Oyuncularının performansı hiçbir zaman aynı kalmasın.

Yukarıdaki özelliklere sahip bir milli takım düşünün ki, 1930 yılından beri düzenlenen uluslararası bir şampiyonaya hayatında 2 kez katılabilsin ve en son katıldığı 2002 deki Dünya Kupasında dünya 3. sü olarak FIFA sıralamasında 5. 'liğe kadar yükselsin.

Ne yazık ki, şu an o milli takımın - yukarıda bahsettiğim bir yapıda, apoletlerinde bir Dünya 3.'lüğü Avrupa Şampiyonasında en iyi 4 takım arasında olmasına rağmen - şu an yerinde yeller essin.


Yukarıda söz ettiğim milli takımı, aşağı yukarı tahmin edebiliyorsunuzdur. Böyle bir milli takım başarılı olmak için en azından oyuncularının kalitesini ortaya çıkarsın, Ben şu takımın oyuncusuyum desin, dedirtsin; ama bunların hiçbirini yapamazsan Dünya Kupası, Avrupa Şampiyonasını ancak TRT den izlersin.


9 Ekim 2012 Salı

Fener'in "Gönül"lü Zaferi

Hafta içi oynan Mönchengladbach maçı sonrası Fenerbahçe'yi zorlu bir maç bekliyordu. O da Beşiktaş maçıydı. Her takımda olduğu gibi Avrupa maçları sonrası ligde böylesine üst düzeyde geçmesi olası bir maçta, Fenerbahçe'nin M. Gladbach karşısında gösterdiği performansı gösterebileceği düşünülmüyordu. Ancak maç başladığında böyle tablo ortada yoktu. 1. dakikadan, 90. dakikaya kadar sahada üstün bir Fenerbahçe vardı ve maçı 3-0 gibi net bir skorla yenerek ligdeki ilk derbi maçından galip ayrılmasını bildi.

Maça dönmeden önce, bu maçın bir başka önemli yanı vardı. O da tabi ki de Alex de Souza'nın takımdan ayrılış olması ve 8 sene sonra Fenerbahçe'nin bir derbi maçında Alex'siz sahaya çıkmasıydı. Alex'in lig karnesine bakıldığında, attığı gollerin önemli bir çoğu Beşiktaş'a karşı kaydetmiştir. Bu veriye dayanarak Alex'li Fenerbahçe derbilerde her zaman kağıt üstünde favori olarak gösteriliyordu. Ancak artık Alex bu takımda olmayacak ve Fenerbahçe'nin Alex'siz bir derbi maçında nasıl bir kadroyla çıkacağı ve mücadele edeceği büyük bir merak konusuydu.

Fenerbahçe sahaya Mönchengladbach maçının ilk 11 ile çıktı ki ben de böyle 11 ile çıkacağını tahmin ediyordum o yüzden Gladbach maçını izlerken Aykut Kocaman'nın oyuncu değişikliklerinde biraz geç kalmasına, 3 oyuncu değişiklik hakkını neden kullanmadığına sitem etmiştim. Yine de tek fark Bekir'in yerine Yobo'yu almasıydı. Maça Fenerbahçe önde baskıyla tempolu başladı. 13. dakikada Gökhan Gönül'ün sağ kanattan taşıdığı topla ceza sahasına yapmış olduğu ortada Caner'in kafayla indirdiği topa Sow, geçen sezonun 2. yarısında Galatasaray'a attığı golü hatırlatan bir rövaşata golüyle Fenerbahçe 1-0 öne geçti. 



Golden sonra Fenerbahçe edindiği alışkanlık mı denir bilinmez ama yine bir geri yaslanma durumu oldu ve 15-20 dakika Beşiktaş top yapmaya başladı. Ben de maçı izlerken, dedim aman gol yemeyin diye çünkü Fenerbahçe gol attıktan sonraki 15 dakikada gol yemeye çok müsait bir takım o dakikadan sonra gol yemezse sonrasında, kalesinde gol görme ihtimali azalıyor, ta ki bazı maçların son dakikalarına doğru. Her neyse, baskıyı kıran Fenerbahçe, Gökhan Gönül'ün sağ kanattan taşıdığı topta, yanındaki Kuyt ile oynadı. Kuyt ta Gökhan'nın boşa kaçtığını görüp önüne bıraktığı topta Gökhan'nın yapmış vuruşta McGregor'u mağlup etti ve durumu 2-0 a taşıdı.

Bu golden sonra risk alan Beşiktaş'ta, sinirleri de gerilmeye başladı yapılan faullerin sertliği arttı ve 58. dakikada Veli'nin Cristian'a arkadan yaptığı müdahale sonucunda hakem Özgür Yankaya, 2. sarıdan kırmızı kartla Veli'yi oyun dışı bıraktı ve akabinde meydana gelen serbest vuruşta Caner'in sert vuruşunda ceza sahasındaki karambolde Gökhan Gönül topu fırsatçılığını kullandı ve kendisinin 2. takımının da 3. golünü atarak maçı Beşiktaş için bitiren golü attı. 3. golden sonra Beşiktaş'ın nadir gelişen atakları kaleci Volkan'nın ellerinde erirken Fenerbahçe ligdeki ilk derbi maçını 3-0 bir skorla rahat kazanıp milli maç arasına moralli girmiş oldu.

Maçta Beşiktaş için konuşacak olursak, Beşiktaş gösterebildiği performansı gösterdi ama eldeki kadro bunun bir üst düzeye çıkartmasının önüne geçti. Maç başladığında en çok çekindiğim oyuncu Fernandes'ti. Bence sezonun en büyük fedakarlığı yapan oyuncu Fernandes'tir. Şu anki haliyle, Avrupa'da üst düzey bir kulüpte çok rahat oynayabilir. Beşiktaş'ın bu oyuncuya çok değer vermeli.

5 Ekim 2012 Cuma

M'Gladbach'tan Fenerbahçe Geçti

UEFA Avrupa Liginin 2. maçına çıkan temsilcimiz Fenerbahçe, bu maça çıkmadan önce bir çok futbol içi ve dışı olaylar ile meşguldü. Futbol içi sebeplerden ilki Marsilya karşısında 2-0 dan maçı 2-2 berabere bitirtmek ve Kasımpaşa karşısında alınan 2-0 lık mağlubiyet. Bir de bunların üstüne takımın kaptanı Alex'in kadro dışı bırakılması, sonrasında sözleşmesinin feshedilmesi taraftarını tahammül sınırını zorlayan bir hale dönüştü. Marsilya maçını daha önceki yazımda yorumlamıştım, buradan tekrar okuyabilirsiniz. Kasımpaşa maçına gelirsek söylenecek hiçbir şey yok çünkü o gün sahada Fenerbahçe takımı da yoktu. Alex meselesine gelirsek, medyanın ufacık bir durumu büyütmesi, takım içinde yaşananların, 3. şahıslar tarafından öğrenilmesi, teknik ekibin ve yönetimin yanlış krizi iyi yönetememesi ile hiç olmayan bir kriz çığ gibi büyüdü. Alex'in takımdan gönderilmesinde hem Alex'in, hem de yönetimin hataları bulunmaktadır. Bu benim şahsi görüşümdür. Alex'in saha dışındaki tavırları ve yönetimin takımın selameti için adı Fenerbahçe tarihine ve taraftarların kalbine kazınmış bir oyuncuyu çok çabuk bir şekilde takımla ilişiğini kesmesi Fenerbahçe'nin bu futbol içi sıkıntılarının yanında hiç istemediği bir hal kazandı ve her kurumda olduğu gibi fatura çalışana kesildi.
Her şeye rağmen öyle ya da böyle Alex, bu takımın gelmiş geçmiş en önemli ve en değerli oyuncuları arasına girmiştir. Kimse yok "beni kıskanıyor" dedi ya da "ben seni yönetemem" dedi demesin.

Maça dönecek olursak, maçtan önce hiçbir taraftarın şu son yaşanan olaylardan sonra maçı umursamamaları dikkatimi çekti. Fakat, "Şov Devam Etmeli" ilkesinden yola çıkarak maçı büyük dikkatle ve heyecanla izledim ve sonu da gayet güzel bitti. Fenerbahçe'nin sahaya çıkacağı 11'i az çok tahmin edebiliyordum ki tahmin ettiğim 11 sahadaydı. Tek yanıldığım nokta Cristian'nın ilk 11 de olmasıydı. Maça Fenerbahçe ön alanda baskı yaparak başladı ve baskı yiyen Gladbach, bir an panik oldu ve hatalar yapmaya başladı. ilk 15 dakika Fenerbahçe'nin oyun üstünlüğüyle geçerken, top bir an için rakibe geçtiğinde, golü kalemizde gördük. Sağdan yapılan ortaya kafayı vuran De Jong, takımını 1-0 öne geçirdi. Bu golden sonra az kalan ümidim de tükenmişti derken, kazanılan serbest vuruşta Cristian, harika bir kesme vuruşla beraberliği sağladı.

Golden sonra baskıyı arttıran kanarya, yine kazanılan bir serbest vuruşta Caner'in yerden verdiği pasta Meireles, yaklaşık 25 metreden vurduğu harika şutla spiker Ercan Taner'i de kendinden geçiren bir gole imzasını kaydetti.

2-1'i yakalayan Fenerbahçe sonrasında 2. yarıda da ön alanda uyguladığı baskıyı uygulamaya devam etti. Caner'in pasında 18 den ustaca bir vuruşla topu ağlara gönderene Kuyt, takımını 3-1 öne geçirmeyi başardı. Bu evreden sonra, her zamanki gibi yapılan basit hatalar, çoğu zaman geriye doğru oynama çabası, Rıdvan Dilmen'nin de maç sırasında değindiği 2 bekin de aynı anda çıkması sonucuda sol kanattan gelişen atakta arkada boş kalan De Camargo, Fenerbahçe'nin yemeye alıştığı tarzda bir golü daha ağlarımıza gönderdi. Bu golden sonra herkesin aklına Marsilya maçının son dakikaları gelse de Cristian, bitirici vuruşla maçı psikolojik anlamda sonlandıran gol kaydetti ve bu takımda ben de varım, ilk 11 de benim de yerim var dedirten bir performansa imzasını attı. 

Dünkü maçta muhteşem bir mücadele ortaya koyan, yapması gereken her şeyi yapan Fenerbahçe, yaşadığı krizi de atlatmış gibi göründü. Alex'in takımdan ayrılışını ve artık takımda olmayacağı gerçeğinin kabul edilmesi ve unutulması gerekli. Çünkü, hayat her şeye rağmen devam etmekte.